5 Eylül 2007 Çarşamba

KÜBA; BAŞKA BİR GEZEGEN - 2

HAVANA


Havana’da ziyaret edeceğimiz mahalleleri doğudan batıya doğru sıralarsak; Vieja (eski), Centro (merkez), Vedado ve Miramar dır. Gidilesi yerlerin çoğunluğu Vieja ve Centro da bulunur. Eski Havana; hemen limanın etrafına kurulan ilk bölümdür. Burası artık genelde trafiğe kapalı yollardan oluşuyor, barlar, cafeler, restoranlar ve müzeler ile dolu.
(Havana sokakları)

(Havana sokakları)

(Havana sokakları)

Zaten buraya geldiğinizi her köşeden gelen müzik ile hemen anlayacaksınız. Tarihi binalar ve tarih ile dopdolu bir yer Eski Havana. Aslında ilk gelişen şehir o zaman İspanyolların idaresi altında bulunan Dominik adalarına daha yakın olan, adanın güneyinde bulunan Santiago dur. Havana ise 1500 lü yılların başından sonra gelişmeye başlar. Eski Havana’da dönemin İspanyol valisi, daha sonra Amerika-İspanya savaşının galibi olarak Amerikalıların kullandığı daha sonra Kübanın bağımsızlığını tanıyarak kukla hükümetlerine devrettiği Başkanlık Sarayını gezin. Yani Palacio de los Capitanes Generales. Sarayın önünü, zamanın İspanyol valisi, atların nal seslerinden rahatsız olduğu için ahşap parke gibi bizim arnavut taşına benzer ahşaplar ile kaplattırmış.

(Başkanlık sarayı, hemen önü ise ahşap parkeler)

Meydanın hemen girişi köşesinde La Mina var, bence burası eğer yorgunsanız oturup ilk mojitoyu içebileceğiniz, ilk latin ezgilerinizi dinleyebileceğiniz, acıktıysanız ilk yemeğinizi tadabileceğiniz bir yer. Eğer meydana bakan tarafta oturmak istemezseniz içeride oturabileceğiniz geniş bir avlusu da var ve çığlık çığlığa ortalıkta dolaşan tavus kuşu ile de ünlü. İçerde müzisyenler yok diye endişe etmeyin, o sırada dışardadırlar, dışarıdaki programı bitirir bitirmez içerdeki avluda devam edeler.

(Başkanlık sarayı önü)

Limanın girişinde karşılıklı olarak iki kale var, San Salvador de la Punta kalesi ve Morro Kalesi. Zamanında bir ara İngilizler Havana’yı istila etmişler. Korsanlardan korunmak için de kalkmışlar bu iki kale arasına akşamları zincir gererek limana girişi engellemişler. Limanın ve Morro kalesi kapılarının kapatıldığını da top atışı ile akşamları duyururlarmış. Dışarda kalanlar yandı !!

(Punta kalesinden karşı kıyıda Morro kalesi görünüşü)

Şimdi her gece Morro kalesinde akşam saat 9 da yapılan sembolik bir tören ile zincirin gerilmesi ve kale kapılarının kapatılması sembolik bir top atışı töreni ile yapılıyor, peruklu, kırmızı urbalı İngiliz askerlerinin kılığındaki Kübalıların sunduğu turistsel bir seramoni. Havana’nın İngilizlerden geri alınması da bir o kadar ilginç. Zamanın İspanyol yönetimi o zaman sahip olduğu şu anki Amerikadaki Florida eyaleti ile Havana’yı değiş tokuş ediyor... nasıl?? temiz alış veriş değilmi??

Eski Havana’da her birinin bambaşka hikayeleri olan 4 büyük meydan var. Plaza de Armas (Askeri Meydan), Plaza de la Catedral (Katedral meydanı), Plaza de San Francisco de Asis (San Francisco manastırı meydanı) ve Plaza Vieja (Eski meydan) ve bu meydanların etrafında meydanlara çıkan sokaklarda da görülesi, ziyaret edilesi müzeler. Askeri meydan zamanında askerlerin eğitim alanı imiş. Hemen Valinin sarayı önünde yer alan bu alanda, atların nal seslerinden rahatsız olan valinin, askerleri de oradan uzaklaştımaya çalışacağı gayet açık ve net. Vali eğitim alanı olarak Plaza Vieja’yı yaptırır.. Ama eğitimleri yaptıran yüzbaşı bu alanı pek kâle almaz, bildiğini okur, neticede İspanya tarafından hem vali hem de yüzbaşı görevden alınır, İspanya’ya geri çağrılır...

San Francisco de Asis meydanına ismini veren manastır 1591de yapılmış, türlü çeşitli amaçlar ile kullanılmış, alanın manastıra yakın tarafında aslanlı bir çeşme var. Yeni evlenenler buraya faytona binip telli duvaklı gelinlikleri ile geliyorlar, resimler çektirip dönüyorlar. Katedralin açılışı Fener Rum Patriği tarafından yapılmış. Ve bu yüzden kutsal bir mekan.

(San Francisco meydanı)


(San Francisco meydanı aslanlı çeşme önünde bir gelin)

Plaza Catedral; bir cizvit papazı Havana’da Cizvit okulu açmak ister, ve zamanında bataklık olduğu söylenen bu alanda katedralin inşaatına başlar, bitiremeden ölür, inşaata kardeşleri devam eder, fakat onlar da bitiremez, arkasından Cizvitler ispanyol kolonilerinden kovulduktan sonra katedrali bitirmek dönemin Valisine kalır. İki farklı boyutta çan kulesi olmasının nedeni de bu, her gelen başka bir şekilde yapmış.

(Katedral meydanı)

Plaza Vieja (Eski meydan) da tek tavsiye edeceğim yer bir cafe restoran; “Taberna de la Muralla”. Burası kendi taze birasını üretip satan bir cafe, içerdeki bar tezgahının arkasında kocaman imbiklerlerdeki birayı tatmadan gidebileceğinizi sanmıyorum ve de şiddetle öneriyorum. Yiyecekleri fena değil, balık ısmarlayabilirsiniz. Doğal olarak burada da müzik non-stop devam ediyor.

(Plaza Vieja)



(Muralla'daki müzisyenler)

Bu meydanların çevresinde veya ara sokaklarda çoraplarına kadar bembeyaz giysiler içersinde hatta beyaz şemsiyeleri ile Afrika kökenli Kübalılara rastlayacaksınız. Yoruba dininin yaratıcı tanrısı olan Obatala her zaman beyaz giysiler giyer, bu dine mensup ve Afrika kökenli kadınlardan azizlik seviyesine gelmiş kişiler de bu yüzden baştan aşağıya beyaz giyinirler. Üzerlerindeki renkli boncuklardan oluşan kolyeler onları kötülüklerden koruyan takılardır. Küba ve Dominik'de Santeria olarak isimlendirilen bu inanç aslında, Afrikadan gelen Yoruba dinine bağlı kölelerin, sahipleri olan katoliklerin baskısı sonunda , inançlarını devam ettirebilmek için, Yoruba’nın isim ve biraz da şekil değiştirmiş halidir. Ayinlerini tamtamlar eşliğinde dans ederek yaparlar ve bir tavuk kurban edilmesi ile de biter. Bu özel törenleri izlemek isterseniz eğer, ev sahibiniz katolik değilse yardımcı olacağını umuyorum. Fidel Havana’ya girdiğinde Başkanlık sarayından yaptığı konuşma sırasında omuzuna konan beyaz güvecin Obatala’yı çağrıştırdığı için ada sakinleri tarafından iyi bir işaret olarak yorumlanmıştır. Arşiv filimlerinde bu sahne vardır.


Elişi veya otantik hediyelik almak isteyenler için gidilesi tek yer ise, Real Fuerza kalesinin hemen yanındaki Infantil parkındaki açık elişi pazarı.. Neler yok ki burada?? Renk renk incik boncuklardan tutun, el işi puro kutularına, incecik keten bezinden yapılmış gömleklere, işlemeli fistanlara, oyma ahşap heykellere, buzdolabı magnetlerine, Sunay Akın’ın oyuncak müzesine gönderebileceğiniz oyuncaklara, Havanalı ressamların yaptıkları çok güzel yağlı boya veya sulu boya tablolara kadar bir çok ve ilginç şey bulabileceğiniz bir yer. Bizim gezegene hediye götürecekseniz tavsiye edilir :)





Devrim Müzesi, Havana’da görülesi yerlerden biri.. Burası eskiden Batista’nın sarayı imiş, şimdi devrim müzesi, dış duvarlarında 1957 yılında Üniversite Öğrencileri derneğinin yaptığı başarısız baskından kalan kurşun izleri hala kapatılmamış (Belki seyretmişsinizdir, Andy Garcia’nın başrolde oynayıp yönettiği “Kayıp Şehir” filminde konusu geçen baskın budur) ve Müzenin içinde sergilenen şeylerden biri de 1956 yılında Fidel, Che ve silah arkadaşlarının Meksika’dan gelerek adaya çıktıkları Granma teknesi. Tekne nem’i kontrol edilenlen cam bir bölme içinde duruyor, ayrıca Domuzlar Körfezi çıkartmasında düşürülen Küba bayrağı taşıyan Amerikan uçağı, tanklar toplar vs var.

(Domuzlar körfezi çıkartması ganimetleri ve arka plandaki camlı bölmede Granma teknesi)

Ancak benim Havana’da en çok dikkatimi çeken iki yer var, birincisi Malecon, bu bir caddenin adı, bir Havana klasiği, İzmir’in kordon boyunu anımsatan bir gezinti yeri. Liman girişinden başlayıp Almendares nehrinin denize döküldüğü yere kadar 5,5km uzunluğunda bir cadde, özellikle akşamları hava karardıktan sonra çoğu Havanalının gelip dolaştığı, turist avlamaya gelen kızların (yani Jinetero'ların) erkeklerin piyasa yaptığı, duvarlarına oturup okyanusa karşı şekerli fıstık yediği, etrafı seyrettiği, müzik dinlediği, gündüzleri kayalık zeminine rağmen denize girdiği, bazı günler şiddetli rüzgardan deli dalgaların Malecon’un duvarlarını aşarak yolu trafiğe kapatabildiği uzun mu uzun bir cadde. Hep rüzgarlı olan Havana’da serinleyebileceğiniz bir mekan.

(Malecon)


(Malecon’daki evler)

Malecon’un liman girişi tarafındaki kısmında, Morro kalesi karşısında, sahilde oturup soluklanabileceğiniz, birkaç şey (kızarmış tavuk ve patates) yiyip, “Bucanero” (Küba üretimi güzel, lezzetli bir bira markası, sözlük anlamı “korsan”) içebileceğiniz yerler de var. Geceleri küçük çaplı partilere bile rastlayabilirsiniz bu caddede. Salsa yapıp rom içen Havana’lılar ile eğlenceli bir gece geçirebilirsiniz. Yada sadece duvarın üstüne oturup kitabınıza dalın.

Burası Miami’den sadece 90 mil uzaktadır, tam karşınızdadır Miami sahilleri, ve bu adada yaşayan bazılarının hala ulaşmak istedikleri bir yerdir, bazılarının ise akrabaları, çocukları oradadır. Buğulu bakışlarla taş duvarın üstünde sesizce oturanların gözleri çocuklarını akrabalarını arar, onlara bir selam gönderebilmek, sanki ellerini sallasalar görecekler umuduyla, ya da denizin kaçak göç sırasında ellerinden aldığı sevgililerinin anılarıyla bakar dalarlar uzaklara. Hem hüzünlendiren hem eğlendiren bir mekandır Malecon.

Malecon boyunca batıya doğru yürüyelim. Centro’yu geçip Vadedo’ya doğru geldiğimizde Malecon’un tam ortasında resmi aşağıda olan bu anıtı göreceksiniz.



Hatırlayacaksınız, hani Amerikalıların İspanyollar ile savaşa girmesine sebep olan bir Amerikan gemisinde patlama olmuştu ya, işte bu patlamada ölen denizcilerin anısına 1926 yılında yapılan anıt var.. garip!!! Bugün de New York daki ikiz kulelerin olduğu yere bir anıt yapılıyor, yakında her yer Amerikalıların yaptırdıkları anıtlar ile dolacak. Bence takdir edilecek nokta bu anıtın hala orada durması.

Malecon boyunca biraz daha ileri gidelim, ilk dikkatinizi çekecek olan ortasında yıldız olan siyah bayraklar ile dolu bayrak direkleri olacaktır. Burası da ilginç bulduğum yerlerden ikincisi.


Burası Amerikan Vize bürosunun önü. Amerika 1961 yılında her türlü diplomatik ilişkilerini kestiğinden beri Küba’da Amerikan elçiliği bulunmuyor, Vize bürosu adı altında faaliyetlerini yürütüyorlar. Etrafı polis kordonunda ve kimseyi binanın bulunduğu kaldırımdan dahi geçirmiyorlar. Bayrak direklerinin hemen önü Protesto Meydanı yada diğer adı ile Anti-emperyalizim türbünü. Alanın başlangıcında kucağında öksüz bir çocuğu tutarak bunların sorumlusu olan Amerikan Vize bürosunu yani Amerikayı gösteren Jose Marti’nin bir heykeli var.


Alanın karşı ucunda ise büyük bir sahne var, Fidel Amerika’ya kızdığı zamanlar veya protesto edeceği şeyler var ise buraya gidip saatlerce süren uzun konuşmalarından birini daha yapıyor. Yada ayda bir iki kere anti-emperyalizim ile ilgili her türlü konser veya faaliyetler burada yapılıyor. Alanın iki yanında ve vize bürosuna bakan cadde kenarında büyük ilan panoları var. Bu panoların hepsinde Posada ve G.Bush’un insanlık tarihinin en büyük teröristlerinden biri olduklarına dair afişler var.




G.Bush’un ne olduğunu biliyoruz. Posada kim diye soracak olursanız; Venezüella’lı bir CIA ajanı ve CIA belgeleri ile de itiraf edilmiş olan, 1976 yılında sivil bir Küba uçağına bomba konularak 73 kişinin ölümünden sorumlu. Şu anda serbest olarak Amerika’da yaşayan Posada’nın yargılanmak için Venezüella’ya iadesi isteniyor. Ancak Irak ve Afganistan’a bu ülkede nükleer tesisler bulunduğunu ya da teröristleri barındırdığını bahane ederek giren Amerika, belgelenmiş olan teröristi teslim etmeye yanaşmıyor, bir anlamda onu himaye ediyor, kendi politikası ile çelişiyor. Doğal olarak da bu meydanda bilmeyenlere bunlar anlatılmaya çalışılıyor ve protesto ediliyor. Siz okuyanlar, hanginizin bundan haberi var??





Gelelim bayraklara ve bayrakların hemen altında bulunan plaketin tercümesine;

Bayrakların Dağı
Yıldızlara korkusuzca baş kaldırır,
Nasıl yaratırsa öyle büyür!
José Marti
Boyundurluk ve Yıldız,

Bu bayraklar dağı Küba Halkının, ABD hükümetinin yersiz gururuna bir cevabı olarak hizmet eder; kurucu atalarımızın bağımsızlığı haykırdığı1868 yılından bugüne kadar Küba halkının mücadelesinin her yılını hatırlatmak için 138 Küba bayrağı emperyalistlerin gözü önünde gururla dalgalanacak. Önceden olduğu gibi bu bayrak dağının ışıklı gölgesi altında özgür erkekler ve kadınlar olarak savaşmaya devam ediyoruz.
24 Şubat 2006


Evet, her sene yeni bir direk dikiliyor, bayraklar Meksika’da özel bir kumaşdan üretilip getiriliyor ve her sene yenileniyorlar, çünkü Malecon’un yıl boyunca dinmeyen rüzgarlarına ancak bir sene dayanabiliyorlar. Bu arada Amerika’lılar da boş durmuyorlar, ne de olsa cevap hakları doğuyor ve vize bürosunun en üst katındaki camlarda geceleri sinevizyon gösterisi yaparak Amerika’nın ne kadar refah ve ne kadar yaşanılası bir yer olduğunu gösteren filimler yayınlıyorlar.. :) komedi filmi gibi!!!

Vadedo’da bir diğer ilginç yer Ulusal Kapitol binası ve hemen arkasındaki Partagas puro fabrikası.

(Capitol)

Capitol binası Merkez parkının hemen karşısında. Eğer bu parka giderseniz parkın içinde 15-20 kişilik gurupların toplanıp ayakta hararetli bir şekilde bağıra çağıra birşeyler tartıştıklarını göreceksiniz. Sakın kavga çıkmak üzere diye düşünüp kaçmayın, merak etmeyin hiç hır gür çıktığına tanık olmadık, zaten yapılarına aykırı, hayat burada telaşsız ve sakin yürüyor, koşturmaca yok. Bunlar hafta sonlarındaki beyzbol maçlarını tartışan sporseverler. Evet beyzbol neredeyse bu ülkenin milli sporu, tamam anlıyorum.... çok amerikanvari bir olay ama çok ciddiye alınıyor, sokak aralarında gazoz kapakları ile beyzbol oynayan çocuklara rastlamamanız imkansız. 1992, 1996 ve 2004 olimpiyatlarında dünya şampiyonu, 2000 Sidney olimpiyatlarında da ne yazıkki Amerikaya karşı yenilip dünya ikincisi oldular. Hatta bir hafta sonu Estadio Latinoamericano (Latin Amerika Satdyumu) da beyzbol maçına gidin de daha iyi anlayın ne demek istediğimi.

(Capitol)

Capitol dan bahsediyorduk, evet bu da çok amerikanvari, zaten Washington’daki Kongre binası örnek alınarak 1920-1930 yılları arasında inşaa edilmiş. Şimdi bu binanın hemen girişinde merdivenlerin iki yanında olmak üzere 2 ve bir de bina içinde olmak üzere 3 heykel bulunuyor. İçerdeki kadın heykeli şu anda dünyanın en büyük heykel sıralamasında üçüncü sırada (17,5 mt ve 49 ton bronz) ve Cumhuriyeti simgeliyor.

(Capitol içindeki heykel)

Kongre binasını yaptıran zamanın başkanı Gerardo Machado bir Roma uygarlığı hayranı ve bu yüzden İtalya’dan Angelo Zanelli adında bir heykeltraş getirterek bu üç heykeli, devlet armasını ve girişteki savaş tasfirini yaptırır. Girişteki soldaki erkek heykeli insan gelişimini ve emeği simgeler, sağdaki kadın figürü ise insanlık faziletini ve erdemini.

(Capitol girişindeki heykel)


(Capitol girişindeki heykel)

Bina içersindeki 17,5 mt lik heykel İtalya’da yapılmış ve 3 parça olarak Küba’ya getirilmiş. Heykelin yaratılmasında 2 Kübalı kadın model olarak kullanılmış, birinin yüzü, diğerinin ise vücudu heykele can vermiş. Bir de kongre binasına girer girmez yerde, etrafı ipler ile çevrilmiş şekilde korunmuş bir elmas göreceksiniz (tabiki hakiki değil, gerçeği koruma altında) bu da diğer şehirlerin Havana’ya uzaklığının ölçülmesinde esas alınan nokta.

(Capitol’deki nirengi noktası)

Kongre binası şu anda hem turistik ziyaretler için bir müze niteliğinde hem de Bilim, Teknoloji ve Çevre Bakanlığı olarak kullanılıyor.

Havana’da benim sayabildiğim en az 5 tane puro fabrikası var. Bunların hepsi ziyarete açık değil. Sadece iki tanesini gezebiliyorsunuz. Belli saatler ve belli günlerde açık. İçerde fotoğraf veya filim çekimi özel izne tabi. Bunlardan en meşhuru da Kongre binasının hemen arkasındaki Partagas fabrikası.

(Partagas puro fabrikası)

Neredeyse hemen hemen günün her saatinde turist otobüslerinin bulunduğu, jinetero ların cirit attığı, kaçak puro satanların hiç çekinmeden yanınıza gelip puro satmaya çalıştıkları bir mekan Partagas fabrikasının çevresi. Bu arada yeri gelmişken “jinetero” deyimini açıklayım... Malum ada güzel latin kızları ve yakışıklı afrika kökenli erkeklerin ülkesi. Jineterolar yabancıları cazibesi ile çekip onlar ile çıkan, onların aracılığı ile giremedikleri gece kulüplerine, discolara, tavernalara, restoranlara gidebilen, güzel yemekleri yiyebilen, yiyemediklerini de paket yaptırıp evdeki annesine, çocuğuna götüren ve de çoğunluğunun evlenerek bu adadan ayrılmayı planlayan kişilere verilen genel adı. Jinetero ilişkisinin gerek kadın gerekse erkek tarafından bir paralı aşk ya da sonu seks ile biten bir macera olarak görülmemesi gerekiyor. Arkadaş canlısı ve sıcak kanlı ada halkının ulaşamadıkları yada yasaklı oldukları yerlere ulaşmakta bir araçsınız siz aslında.

Yine konu dışına taştım.. puro dan bahsediyorduk değilmi?? Küba’da en güzel tütünler hatta dünyanın en güzel tütünleri Pinar Del Rio bölgesinde yetişiyor. Havana’ya çok yakın bir bölge, araba ile 3 saat içersinde ulaşabileceğiniz bir yer. Tütünler devletin plantasyonlarında köylülerin çalıştığı kooperatiflerde yetiştiriliyor. Puro sarılabilecek olgunluğa erişip, kalitesine göre tasniflendikten sonra puro fabrikalarına gidiyor yapraklar.

Şimdi gelelim biz erkeklerin puro fantazisine... hepimiz bu puroların latin güzellerinin baldırlarında sarıldığını hayal ederek büyük bir keyif içinde içme eğilimindeyizdir. Diyorlar ki, Küba’da puro endüstrisi başladığında bu puroları saran roller’lar (puro sarıcısı) özgürlüğünü kazanmış Afrikalılar arasından seçilirmiş, ve tropikal iklimin etkisinden dolayı fabrikalar çok ama çok sıcak olurmuş, o zamanlar vantialtörler de yok, hem hırsızlığı önlemek hem de serinlemek için burada çalışanlar çıplak çalışırlarmış... hadi buyrun size yeni fantaziler :)))

Başınızı döndürecek derecede keskin tütün kokusu daha sizi kapının önünde esir alır. İçeriye girmeye can atarsınız. Bugün bu fabrikalarda hem erkek hem kadın roller’lar çalışıyor, tavanlarda büyük vantilatörler var. Puro hazırlanan salonda ya hoparlörlerden radyo çalınıyor ya da yüksek bir yere oturan birisi yüksek sesle kitap okuyor, roller’ler sıkılmasın diye. Tütünler roller’lerin önüne gelmeden önce tekrar nemlendiriliyor, tasnifleniyor. Puronun içine konulan 4-5 yaprak tütün tek elde demet yapılıyor, asla ve asla puro içersinde kıyılmış tütün yada parçalanmış yaprak yok. Bu demetin dışına bir yaprak daha sarılıp yuvarlanıyor (malasef baldırda değil, masanın üstündeki tahta tezgahta) ve kalıba konuluyor. Bu kalıpta 20-30 dakika arasında durduktan sonra üzerine bir kat daha en kaliteli damarsız neredeyse zar kadar ince bir yaprak daha sarılıyor, buna ambalaj yaprağı deniyor. İşte size puro hazır. Bir roller günde 120 adet puro sarabiliyor, her rollerin günlük iki adet puro hakkı var, ancak bunu dışarı çıkarması yasak, fabrikada içmesi için veriliyor, çıkışta aranıyorlar. Tütün yaprakları kurutulmaya başladıktan puro haline gelene kadar belli bir nem oranında korunması gerekiyor. Her aşamada kalite kontrolünden geçiriliyor, aynı kutu içersindeki farklı renklerde purolar varsa ya da ambalaj yaprağındaki en ufak bir damarlı yapı, farklı renk tonu ya da delinmiş puro varsa ayrılıyor. Puronun kalitesini, tadını ve de sertliğini belirleyen unsur içine demet yapılıp konulan tütünün harmanı yani yaprakların çeşitliliği.


Markalar da aynı şekilde, yani her puro fabrikasında Partagas, Romeo y Julieta, Cohiba (yerli dilinde “tütün” anlamına geliyor), Montecristo, Bolivar vb tüm purolar üretiliyor, çünkü markayı belirleyen içine konulan yaprağın cinsi, çeşitliliği ve üzerine sarılan ambalaj yaprağı. Puro boyutları çeşitli ebatlarda ancak hepsi standart, her markanın bu standartlarda üretimi var, sadece bazı markaların bir yada birkaç cins standart dışı üretimi var. Bu kadar titiz ve zahmetli bir üretim sonucunda üretilen dünyanın en kaliteli purolarının fiyatları da el yakacak cinsten. Her fabrikanın resmi satış mağazası var, buralarda bir tek puro 10 CUC dan başlayıp kutusu 5000 CUC a kadar (her kutuda 25 adet vardır) her cins ve kalitede puro satılmakta.

Küba’ya giden her turistin hiç bir belge ibraz etmeden gümrükten çıkartabileceği puro sayısı kısıtlı, en fazla 25 adet, yani bir kutu. Bunun haricinde puro varsa sizden faturası isteniyor. Yoksa purolar sizin arkanızdan bakakalır. Küba’da hemen her yerde size puro satmaya çalışacak kişiler ile karşılaşacaksınız. Şimdi bu purolar hakkında çeşitli rivayetler var, “sakın almayın bunlar sahte” diyenler vardır, kimisi de diyecektir ki “falanca yakınım filanca fabrikada çalışıyor, o getirdi, gerçektir” diyecektir. Bana göre bunlar muz yaprağı olmadığı müddetçe Küba tütünü ki, muz yaprağı olduğunu hiç sanmıyorum. Eğer az da olsa purodan anlıyorsanız veya kendinizi puro konusunda uzman kabul ediyorsanız almanızda mahsur yok, tek engel gümrük olacaktır. Havana havaalanında çok sıkı bir kontrol olmadığını da söylemek isterim. En kötü şartta gezegenden ayrılana kadar bol bol puro içmiş olursunuz. Durum bundan ibaret, gerisi size kalmış. Ha bunların fiyatları mı??? kutusu 40 CUC dan 100 CUC a kadar tutturabildiklerine.

Bir iki tüyo da benden; iyi puronun külü beyaza çalan gri olmalı, siyah ya da koyu gri değil. Puronun açık tarafını dudaklarınızın arasına alıp içinize çekin, iyi puroda hiç hava gelmez, iyi sarılmış deliksiz bir ambalaj yaprağı demektir. Kutudaki ya da demetteki tüm purolar aynı renkde olmalıdır. Son olarak tazeliğini ya da nemliliğini kontrol edin, yani baş ve işaret parmağınızın arasına alıp kulağınızın dibinde yuvarlayın, çatur çutur sesler gelmemeli, hatta mümkünse hiç çıtırdamamalı, ama bu tamamen bir uzmanlık işi. Benim kusursuz dediğim bir puroya bir Havanalı dönüp bakmayabilir bile. Puro içimi bir ritüel, hiç içmeyen birisi iseniz ve puro alacaksanız en azından hangi markanın hangi cinsinin ne tür özelliği olduğunu az çok bilmeniz lazım. Çünkü tadına, sertliğine ve ebadına göre değişen tam 42 çeşit puro üretiliyor. Bu kıstasların haricindeki unsurlardan puronun içildiğinde alınan kokusu ve tadı ise sizin kişisel tercihiniz olacaktır. Dedim ya konu bir ritüeldir, yoksa yazık olur aldıklarınıza.

Bu kadar puro muhabbeti yeter. Partagas fabrikasının hemen arkası Çin mahallesi.. evet çin mahallesi, burası örneklerine diğer ülkelerde rastlayabileceğimiz türde bir mahalle değil.. hatta ben çinli bile görmedim. Ne işleri var derseniz? Hani İngilizler istila etmişti ya Havanayı, işte o zaman işçi olarak getirilmişler. Şimdi bu mahallede pizza satan çin lokantaları var. Ama eski zamanlarda oldukça hareketli bir bölgeymiş, Çin mafyasının açtığı batakhanelerde esrar alemleri eksik olmazmış. Şimdi uyuşturucu kullanımı ve ticareti Küba’da en ağır suçlardan biri. Puro satmak için yanaşanlar uyuşturucu da satmaya kalkacaklardır, aman deyim uzak durun.

(La Bodeguita Del Medio)

Havana Centro’da gidebileceğiniz mekanlar arasında Hemingway’in meşhur ettiği içeceklerden olan Mojito ve Daiquiri yapan iki bar var.. Üstat demiş ki, “Mojito’mu Bodeguita’da, Daiquiri’mi Floridata’da içerim”. Mojito rom, taze nane, soda, şeker ve limon suyundan yapılan serinletici hafif alkollü bir içecek. Daiquiri de rom, meyve şurubu ve limon suyu ile yapılıyor. Mojito için Bodegueta’ya, daiquiri için Floridata’ya gideceksiniz. Tercihim ve tavsiyem ise Bodegueta ve mojito dan yana, eğer orası olmazsa bir diğer mekan da benim ev... çok güzel yaparım, rezervasyonsuz gelmeyin. Hemingway bir Küba aşığı, uzun yıllarını orada geçirmiş, romanlarını orada yazmış. “İhtiyar Balıkçı” yı orada gerçek bir olaydan esinlenerek yazdığı söyleniyor. Devrimi savunan sayılı Amerikalılardan biriydi. Havana’daki evini müze yapmışlar. Yat limanına onun adını vermişler. İlgilenenler için; yat limanında dalış düzenleyen bir de dalış kulübü var.

Küba’ya devam edeceğim, daha görecek çok yer var,
Sağlıcakla kalın, hayallerinizi ertelemeyin,
Ali Akyol

Hiç yorum yok: