24 Ağustos 2007 Cuma

5 dakka ara...

Sevgili okurlar...

Ummadığım oranda olumlu eleştiriler alıyorum. Hepinize çok teşekkür ederim. Benim omuzlarıma ne büyük bir sorumluluk yüklediğinizin farkındamısınız? Sizleri ikincisini yayınlayana kadar derlediğim resimler ile oyalamak durumundayım :) Ama merak etmeyin en kısa sürede ikincisi de gelecek.

9 Ağustos 2007 Perşembe

KÜBA; BAŞKA BİR GEZEGEN -1


Nasıl anlatılır bir başka gezegen?, dünyadan nasıl görünür ki orası?



Ne yaparlar oradakiler, nasıl yaşarlar, ne yerler, ne içerler ya da dünya oradan nasıl görünür?? İşte size elimden geldiğince “başka bir gezegen” olarak gördüğüm Küba’yı anlatmaya çalışacağım. Haydi gelin hepbirlikte oraya doğru bir yolculuğa çıkalım.

(Resim açıklaması: Havana’dan bir görüntü)


En iyisi önce kısa bir tarihçe ile başlayalım. Herşey Columbus ile başladı. Bugün 114 bin km2 de 11 milyon kişinin yaşadığı Meksika körfezindeki adaya Columbus 1492 de çıkıyor ve doğal olarak burasını İspanya’ya bağlayıveriyor. Ve buraya Juana adını veriyor. Adanın yerlileri olan Siboney veTaino’lar arasında zamanla Cubanacan sözcüğünden türeyen Küba adı, adanın bugünkü adı oluyor. Kalıcı yerleşimler kurulmaya başlanıyor, Meksika’dan, Çin’den ve Afrika’dan tütün ve şeker kamışı tarlalarında çalıştırılmak üzere işçiler ve köleler getiriliyor. Bugün bile yazılışı farklı fakat telafuzu bizim gibi söylediğimiz Ali, İsmail gibi isimler mevcut. Herneyse, geçen seneler içersinde Amerikalı işadamları şeker üretiminde ve pazarında etkin olmaya başlıyorlar, İspanyol yönetimi zayıflamaya başlıyor, ekonomik sıkıntılar artıyor, bir yandan da halk bilinçlenmeye başlıyor. Bunu doğal sonucu olarak da Kübalı şair ve gazeteci Jose Marti (Hoze olarak okunur) önderliğinde İspanyollara ve bugün de hala sürmekte olan emperyalizme ve sömürü düzenine karşı bağımsızlık savaşı başlıyor. Bugün Che ile birlikte Küba’da hemen heryerde heykellerini, resimlerini, billboard larda afişlerini, adının verildiği okulları, meydanları, caddeleri görebilirsiniz. İlginçtir, Fidel’in bile bu kadar çok resmi yok, hele heykeli hiç yok.

(Resim açıklaması: Devrim meydanındaki Jose Marti anıtı)

(Resim açıklaması: Jose Marti’nin otobüs terminalindeki bağımsızlık savaşı tasviri)

Aslında Jose Marti nin hayatı da oldukça çalkantılı geçmiş. Pinpon topu gibi oradan oraya dolaştırılmış, dolaşmış. 17 yaşında muhalifliğinden dolayı İspanya’ya sürgüne gönderilmiş, orada da Küba’daki İspanyol zulmü hakkında çalışmalarda bulunmuş. İspanya’daki askeri rejim sonrası buradan da ayrılarak Guatemala’ya gitmiş, buradan da kovulmuş, Küba’ya tekrar geri dönmüş, tabiki iktidardaki İspanyol yönetimince tekrar İspanya’ya sürgüne gönderilmiş. Oradan ABD’e, oradan Venezüella’ya, tekrar ABD’e ve Bağımsızlık savaşı için son durak olan Küba’ya gelmiş.

Jose Marti, 42 yaşında İspanyol’lar ile giriştikleri bir savaşta, daha savaşın başında öldürülür. Arkasında bıraktıkları ise; bestelenen şiirleri, ki en bildiğiniz “Guajira Guantanamera” dır, birkaç şiir kitabı, birkaç siyasi içerikli kitap ve Küba’da hala sönmemiş olan bir bağımsızlık ve antiemperyalizm ateşi. Jose Marti’nin hemen hemen tüm Güney Amerika ülkelerinde bilinen ve sevilen bir kişi olduğunu da söylemeye gerek yok herhalde.

İspanyollar ile girişilen bağımsızlık savaşının bundan sonrası ise Küba’nın geleceğini belirliyen bir kilometre taşı. Savaşı neredeyse Küba lılar kazanmak üzeredir, İspanyollar darmadağın olmuştur. Son bir taarruz ile İspanyanın işi bitirilecektir, ancak pusuda bekleyen ve bu küçük ada üzerinde haris planları olan Amerikalılar da boş durmamakta, bir şekilde işe karışmayı planlamaktadır. Nedense benzerlerine günümüzde de rastladığımız ve ABD tarafından sık sık uygulanmakta olan tipik bir sudan bahane ile (Karaip denizindeki SSS Marine gemisinde olan patlamının İspanyollar tarafından yapıldığını bahane eder, ki İspanyollar bugün bile bu iddayı kabul etmemektedir) savaşa dahil olur, ve savaş bir anda İspanya- ABD savaşı oluverir. Savaşı Amerikalılar kazanır, anlaşma masasında İspanyolların karşısına Amerikalılar oturur (Kübalılar dan bir temsilci bile davet edilmemiştir). 1898 yılında Paris’de imzalanan bu sözde barış anlaşması ile ada’daki hakim güç olur, adaya bir Vali atar. Daha sonraki senelerde Valiyi geri çeker ve Küba’nın bağımsızlığını tanıyarak kukla hükümetini kurar. Buna karşılık 1902 yılında, bugün hala çıkmadığı, siyasi konulara malzeme edildiği, savaş esirlerini sorguladığı “işkence merkezi” de denilen Guantanamo üssünü de işte buna karşılık alır. Bu tarihten itibaren açıkça desteklediği kukla hükümetler ile adanın sömürülmesine dolaylı yoldan devam edilerek, ada Amerikalı zenginlerin arka bahçesindeki bir lunaparka, zenginlerin eğlence, mafyanın kumar ve fuhuş merkezine dönüştürülür. Ancak son kukla olan Batista yönetimi 1 Ocak 1959 da Fidel ve arkadaşları tarafından devrilir. Ve Küba Cumhuriyeti kurulur.

Gerçekte Fidel ve silah arkadaşı Che yi, onların tarih içindeki rollerini anlatmamak, Devrim öncesi ve bugününü es geçmek olacaktır ki, bu tabloda Fidel ve Che nin yeri büyüktür. Sizleri daha işin başında tarih bilgisine boğmamak için yeri geldiğinde bunları da anlatmaya çalışacağım. Ne de olsa genel çoğunluğun tarihe karşı bir antipatisi vardır ve bu bir gezi yazısı, bari aralara sıkıştırayım.

İşte tarihi geçmişine baktığımızda, Havana, İspanyolların kurduğu, tropikal iklime uygun tipik bir koloniyal şehri görünümünü bugün de muhafaza etmekte.

(Resim açıklaması: Havana’dan bir görüntü)

Küba’daki tüm şehirler zaten aynı mimari özelikleri taşıyorlar. Aslında 1958 tarihinde zamana “dur” demişler. Sihirli bir el herşeyi dondurmuş, şehire ilk ayak bastığınızda sizleri hayranlığa düşürecek nostaljik görüntüler sarmalamaya başlıyor. 1950 model Buickler, Fordlar, Pontiaclar, Chevroletler ilk dikkatinizi çeken objeler olacaktır.

(Resim açıklaması: Havana’dan bir araba)

Kimisi pırıl pırıl, kimisi ise arkasından simsiyah belediye otobüsü örneği duman, is ve koku çıkararak gidiyorlar, parası ve imkanı olanlar bakabiliyorlar, nikelajları ayna gibi, sahip oldukları en kıymetli şeyleri arabaları.
(Resim açıklaması: Havana’dan bir görüntü)

İsterseniz şehirde üstü açık tarihi bir araba ile turlayabilirsiniz. Havana’da şehir içinde ulaşım Camelbus dedikleri, TIR çekicilerinin çektiği dorsesi insanların taşınabilmesi için modifiye edilmiş bir garip araç ile yapılıyor.

(Resim açıklaması: Camel buss)

Bunun haricinde ulaşım dünyanın hemen her yerinde farklı isimler altında faaliyet gösteren Coco taxi’ler (Hindistancevizi benzeri şeklinden dolayı Coco deniyor) yada bisikletli çekçekler ile ve de en yaygın olarak da otostop ile sağlanıyor. Eğer Centro ya da Vedado’da kalıyorsanız Havanayı dolaşmak için bir araca ihtiyacınız yok, yaya dolaşın, keşfe çıkın.
(Resim açıklaması: Coco taxi)

(Resim açıklaması: Bisiklet taxi)

Evet en yaygın ulaşım şekli otostop, her trafik ışığının iki kenarında günün her saati insanlar dizili oluyor, öyle el kaldırma falan gibi hareketler yok, gayet nazik ve kibar bir şekilde kırmızı ışıkta önlerine denk gelip duran şöföre eğilip gitmek istedikleri yeri söylüyorlar. Hatta bindiğiniz taksinin şöförü, eğer yer varsa sizden izin alıp, arabaya bir otostopçu atıp, yola yeni arkadaşınız ile devam etmeniz de kuvvetle muhtemel şıklar arasında.

Şehirlerarası ulaşım ise ayrı bir macera. Her şehrin, kasabanın ve köyün giriş ve çıkışlarında gölge yerlerde resmi otostop koordinatörleri var.

(Resim açıklaması: Bir kasaba çıkışındaki otostopçular)

Bu amcalar sarı renkli gömlek, pantalon, şapka giydikleri için kendilerine “amarillos” deniyor, gelen herkesi listeye yazarak önlerinden boş geçen özel arabaları durdurarak gerekli miktarda otostopçuyu sırayla tedarik ediyorlar. Ya da bildiğimiz kamyonlar kasaba ve şehirlerarasında ulaşım için kullanılıyor. Bunların adı da “botella”, kelimenin anlamı “şişe” dir. Yolcular ayakta havadar bir şekilde, kamyonun üstünden geçen bir bar’a tutunarak yolculuk ediyorlar. Görünüşleri kamyonun arkasında sallana sallana giden şişlere benzetilmiş olsa gerek diye düşündük.

Şimdi siz zannetmeyin ki “eğer Küba’ya gidersem ben de böyle dolaşacağım”, cevap; hayır! Sizler, yani turistler, daha sonra anlatacağım diğer bazı konularda olduğu gibi ayrıcalıklara sahipler. Şimdi bu toplu taşım araçlarından genelde Kübalılar faydalanıyor, ama illa deneyeceğim diyorsanız; yanınızda bir Kübalı ile bu tıklım tıkış araçlardan faydalanmanız tabi ki olasılık dahilinde. Size bu gibi şeylerde yol yordam göstermesi açısından bir Kübalı arkadaş edinin derim. Bu tür ulaşım diğer şıklar ile karşılaştırıldığında inanılmaz ucuz. Turistler için ise modern şehirlerarası otobüsler, yeni ve klimalı taksiler tabiki var. Ama Kübalıların bunlardan faydalanabilmeleri için paraları yok. Zaten bunların ücretleri ve kullanılan para birimi de değişik..

Eğer Havana dışına çıkmak, diğer şehirleri de görmek ve gönlünüzce gezmek isterseniz araba kiralamanızı öneririm. Kira ücreti neredeyse buradakilere eş gibi ama benzin doğal olarak çok ucuz, çünkü Venezüella’daki yakın arkadaşı Chaves, Fidel’in en büyük destekçisi ve kendine örnek aldığı kişi. Amarillo lar kiralık arabaları otostopçu tedariki için durdurmuyorlar ama orada bekleyen insanları görünce bir kaçını almadan geçmeniz ve bundan sonra da yalnız yolculuk yapmanız vicdani olarak neredeyse imkansız hale gelecektir. Bu arkadaş canlısı insanların gözlerindeki pırıltıyı, neşeyi, heyecanı, o arabaya binmenin verdiği mutluluğu anında fark edeceksiniz. Boş geçmeyin lütfen.

Ülkede iki para birimi kullanlıyor birisi Peso, diğeri ise Fidel geliştirdiği bir çözüm olan CUC (Konvertibıl Küba Pesosu) Amerikan doları ile aynı pariteye sahip. Siz turist olarak gittiğiniz yerlerin %95 inde CUC kullanıyorsunuz, % 5 lik kısımda ise Peso kullanabilirsiniz. Mesela toplu taşımda, ya da artık Fidel’in göz yumduğu evlerin hemen önünde satılan jambonlu sandöviçler, pizzamsı şeyler, tropikal meyve suları gibi.
(Resim açıklaması: Bir serbest girişimci, sandöviç, meyva suyu vs var)

Taze olarak sıkılıp soğutulmuş bir şekilde servis edilen şekerkamışı suyu olan Guarapo yu, ki kesinlikle kaçırılmaması gereken enfes bir serinletici, Havana da turist olduğunuz alnınızda yazılı olduğu için sokak arasındaki devlet işletmelerinde size CUC olarak satacaklardır, ama Havana’dan uzaklaştığınızda yada Havana’nın ara sokaklarına daldığınızda bunu peso olarak 24 de bir fiyatına içebilirsiniz. Yaklaşık olarak 1 CUC, Peso nun 24 katı.

(Resim açıklaması: Şeker kamışı böyle sıkılıyor)

(Resim açıklaması: Guarapo tarifesi ve içerdiği vitaminler, her derde deva)

1993 yılında kadarki süreçte Amerikan doları bulundurmak ve kullanmak 7 yıldan başlayan ciddi bir suçmuş. 93 de sürpriz bir karar ile doların kullanımı açılıyor, ve ülkede bir anda dolar ile alış veriş yapılabilen mağzalar kurulmaya başlıyor başlamasına ama hangi para ile?? Aileleri Küba dışında yaşayanların adaya gönderdikleri paralar ile. 1994 yılında ise Fidel Amerikan dolarının kullanımını kaldırıyor ve onun yerine dolar ile aynı pariteye sahip “CUC” u piyasaya sürüyor. Küba gibi bir yerde Amerikan dolarının ne işi olabilir değilmi?? Gittiğinizde çoğu şeyin fiatı dolar olarak telafuz edilecek hatta fiat etiketlerinde “$” işareti göreceksiniz, bu CUC demektir, aklınız karışmasın. Ve dolardan alınan komisyon da arttırılıyor, bu da demektir ki, eğer giderseniz yanınızda Euro götürün.

Ama Küba halkına herşeyin sahibi olan devlet, kendi mağazalarında peso olarak temel ihtiyaç malzemelerini satmakta, gerçi ABD nin uyguladığı ve diğer devletlere de uygulattırdığı ambargo nedeniyle burada pek kayda değer şeyler bulunmuyor. Buna rağmen devlet hala 1960 larda başlattığı karne uygulaması ile her ailenin, her bireyin temel ihtiyaçlarını sağlamakla mükellef. Her ailede bu karne var, nedir sağladıkları? Tuz, şeker, kahve, pirinç, fasulye, yumurta, yağ, ekmek ve et. Et herzaman sağlanamayabiliyor, bazen balık bazen tavuk geliyor.. ya da ne kadar geldiyse gibi bazı temel problemleri var. Bir de 7 yaşına kadar her çocuğa süt, zaman zaman süt yerine süt tozu, 1990 lara kadarki dönemde çocuklara oyuncak, giyim ve ev eşyası bile dağıtılıyormuş. Bir zamanlar diş macunu, sabun, hijyenik bağ da dağıtılıyormuş. Ücretsiz sağlık ve eğitim ise ülkede ambargoya rağmen sosyal devlet gereği devam eden bir uygulama. Tıp alanındaki araştırmaları çok önemli ve tüm dünyada kabul görüyor, geliştirdikleri aşılar şu anda hemen hemen tüm dünyada kullanılıyor.

1990 lar da ayrı bir dönüm noktası Küba için. Bu tarihe kadar Sovyetler Birliğine şekeri piyasa değerinin üstünde satarak ekonomik yardım alan Küba, Sovyetlerin dağılması ve 1960 dan beri devam eden Amerikan ambargosu nedeni ile ciddi bir ekonomik krize girer. Doların serbest bırakılması, arkasından CUC un yaratılması bu dönemlere rastlar. 1993-1995 yıllarında ise “periodo especial”, yani özel dönem olarak adlandırılan, kemer sıkma yılları dedikleri çok sıkıntılı dönemi yaşarlar. Bu dönemde yaşanılanları anlatan sayısız hikaye var. Bence bir tanesi ada halkının ve latin düşünce tarzının hoşgörü ve espiri anlayışını sergiliyor; O yılları zorunlu diyet seneleri olarak görüyorlar ve "tığ gibi olduk" diyorlar.

Kısaca ambargoyu özetleyecek olursak da, 1961 de meşhur Domuzlar Körfezi hezimetinden sonra gözü iyice dönen Amerika Toriçelli yasaları ile ABD ile ticaret yapan üçüncü ülkelerin Küba ile ticaretini yasakladı. Küba limanlarına uğrayan gemilerin kendi ülke limanlarına girişlerini 6 ay kadar bekletti. Arkasından bu yasadaki boşlukları kapatmak için Helms Burton yasasını çıkarttı ki Küba ile ticaret yapan şirketlerin ortaklarının ve yakınlarının Amerikaya girişlerini engelledi. Ambargoyu delen şirketlere ceza kesti. G.Bush yönetimi Küba’ya giden finans akışını kesebilmek için yeni önlemler aldı, Amerika’da yaşayan Kübalıların adadaki yakınlarına para göndermelerini sıkı şartlara bağladı, bugün Amerikalıların Küba’ya gitmeleri yasaktır (Küba’yı merak eden maceracı Amerikalılar önce Meksika’ya giderler oradan Küba’ya geçerler), hatta Amerikada Küba malı puro, rom vs satışı ve kullanımı dahi yasaklanmıştır. Para ve hapis cezası vardır. ABD Küba’nın türizm ve ticaretten kazandığı paraların üçüncü ülkelerin bankaları aracılığı ile hesaplara aktarılmasını bile bu yasalar ile yasakladı, yapanlara ceza uyguladı.. yani pesss diyorum!!!

İşte bu sıkıntılardan çıkmak için ülke kontrollü bir şekilde dış sermaye girişine açılır, turizmde %50 devlet ortaklığı şartı ile o harika Karaip sahillerinde 5 yıldızlı otellerin inşaatlarına izin verilir. (Bugün bütün turizm turlarının programında olan Varadero, bu politika neticesinde oluşturulan 5 yıldızlı oteller silsilesidir, ve bence Küba ile yakından uzaktan ilgisi olmayan bir yerdir. Kübayı tanımak istiyorsanız hiç boşuna oraya gitmeyin, zaman ve para kaybı). Kurulan %50 devlet ortaklı yabancı şirketlerin başında master eğitimli Kübalılar çalışmaya başlar. Bugün bile turizim sektöründe çalışanların göreceli olarak diğerlerine nazaran daha rahat yaşadıklarını, en azında evlerinde çamaşır makinaları olduğunu ve daha başka ufak nüansları çok rahat fark edebilirsiniz. Buzdolaplarını sormayın, onlar hala arabalar gibi eski model.

Şimdi bu ülkede gördüğünüz her şeyin sahibi devlet, en azından %50 oranında. Fidel, Batista yönetimini devirince ülkedeki tüm özel mülkleri, tarlaları, herşeyi devletleştiriyor. Evleri halkına adil bir biçimde paylaştırıyor. Bugün Küba’da evsiz insanlara rastlayamazsınız, çünkü yok. Tamam evler 1950-55 lerden kalma ama içinde oturuluyor, suları akıyor, elektrikleri var. Tarlalarda halk kendisi için çalışmaya başlıyor, belki kazandıkları para az ama okuma yazma bilmeyen hemen hemen hiç yoktur, devlet üniversite mezunlarına iş bulmakla yükümlüdür, ister beğensin veya beğenmesin herkesin bir işi vardır. Nerdeyse her mahallede herşeyin ücretsiz sunulduğu bir hastane vardır. Bizlere, yani turist olarak gelenlere dahi burada hizmet edilir. Hatırlarsınız Küba Türkiye’ye doktor yardımında bulunacaktı da sonradan engellendi. Şu anda resmi verilere göre 63 ülkede tam 23 bin Kübalı doktor çalışıyor, daha çok Güney Amerika ve Afrika ülkelerinde... daha fazla söze gerek yok herhalde.

Evet, 5 yıldızlı lüks oteller var, hadi hadi 3-4 yıldız seviyesinde oteller de var. Organize turlar ile gidenler için seçenek yok, eğer bir tur ile gitmeyip bunları tercih ederseniz hem pahalı bir tatil yapmış olursunuz hem de Küba halkını tanımadan gelip geçersiniz. Onların dilinde “Casa Particulare”, bizim dilimizde ise pansiyon olarak tercüme edebileceğimiz kendi evlerinde 1 odalarını turiste kiralayan evlerde kalmanızı öneriyorum. Oda fiatları gecelik 15-30 CUC arasında değişiyor, bir oda iki kişilik. Buna sabah kahvaltısı da dahil. Bazı yerlerde sabah kahvaltısı için 3-5 CUC talep ediliyor. Baştan pazarlığınızı yapın, pazarlık konusunda çok tecrübesiz sayılırlar, yada milletçe biz mi çok ustayız bu konuda bilmiyorum ama hemen kabul ediveriyorlar. Eğer isterseniz ücreti karşılığında size akşam yemeği yada öğle yemeği de hazırlayabilirler. Şimdi burada kaldığınızda onları daha yakından tanıma fırsatı buluyor, onlar gibi yaşamaya bile başlıyorsunuz. Zaten hepsi arkadaş canlısı, sohbetler dil problemi yüzünden bazen çok anlamsız yerlere gelmesine rağmen çok eğlenceli oluyor. Turizim sektöründe çalışanlar hariç, ülkede ingilizce bilenlerin sayısı parmakla gösterilecek kadar az. Gitmeden önce ispanyolca öğrenmenizi şiddetle öneririm, çok büyük faydası var. Aksi takdirde İngilizce bilmeyen ve ana dilleri ispanyolca olan Küba’lılar ile ingilizce konuşmaya çabalamanın hiç bir anlamı yok.. hatta çok komik durumlara düşüyorsunuz. Türkçe konuşun çok daha iyi.

Aynı casa particulare konumunda bir de ev lokantaları var. Bunların adı da “Paladar”. Genelde ara sokaklarda oluyorlar, tabelasına rastlamanız imkansız denecek kadar zor, önünden gelip görmeden bile geçebilirsiniz. Kübalı arkadaşlarınıza sorun, onlar sizi yakın çevredeki en leziz paladar’a götüreceklerdir. Hem ucuz hem de bol kepçe olduğunu söylemeye gerek yok. Paladar’ larda 2 yada 3 adet masa bulunuyor, evin salonu yani oturma odası bu amaçla kullanılıyor. Evin sahibi ile birlikte muhabbet ederek eğlenceli ve zevkli bir ev yemeği yiyorsunuz. Yasal olarak en fazla 8 yada 12 müşteri alabiliyorlar, bizim gittiklerimiz hep boştu ama bazı paladar’lar ise işi iyice büyütmüşler, 2 kata yayılan, terasından Havana’yı seyredebileceğiniz restoransal görünümlü paladarlar yada deniz kenarında palmiyeler arasında çok güzel paladarlar da bulabilirsiniz.

(Resim açıklaması: Havana’dan bir paladar görüntüsü)

Diyeceksiniz ki hani en fazla 2-3 masaya izin veriliyordu?? Yada Casa Particulare’lerde sadece 1 odanın kiralanmasına izin veriliyordu?? Bunun cevabı gelişen turizm sektörünün ülke halkına getirdiği üstü kapalı ekonomik desteğe göz yumulması, ya da partiye kayıtlı kişilere ait pansiyon ve paladar’lara kurallara uyup uymadığını denetlemek için kontrole gidilmemesinden olarak verilebilir.

Bu kadar restorandan bahsedince yemek çeşitliğini de anlatmam gerekecek. Aslında Küba mutfak olarak fazla bir çeşitliliğe sahip değil. Ülkenin en leziz ürünü bir cins ıstakoz olan “Langosta” (Langosta nın sözlük anlamı zaten ıstakoz). Bunun kıskaçları yok, bizim denizlerimizde “böcek” olarak bilinen kıskaçsız ıstakoza çok benziyor. Şimdi bunu siz siz olun restoranlarda asla yemeyin, hem porsiyon ufak geliyor, hem ıstakozlar küçük hem de pahalı sayılır.
(Resim açıklaması: Özel sosunda pişirilmiş Langosta)

Bunu kaldığınız evin sahibine yaptıracaksınız, ya da paladar’da yiyeceksiniz, soslu pişirmesini rica edin ve büyük olmasını özellikle isteyin. Tadı anlatılmaz... doyumsuz bir lezzet. Fiatını sormayın, yazmaya utanırım. Bu langostalar resmi olarak sadece restoranlarda satılabiliyor. Paladar’da bir noktaya kadar izinli, casa particulare’de külliyen yasak. Buna rağmen her pansiyonda ıstakoz var. Avlanmaları izne tabi, balık pazarı diye bir yer aramayın, “var” diyorlar ama biz bulamadık. Görüyorsunuz değilmi turizm insana neler yaptırıyor.

Langosta harcinde Balık çeşitleri (ki genelde kızartması yapılıyor ve üzerine sarmısaklı yağ dökülüyor) ve karides de bol. Eğer evde yiyorsanız yemeğin yanına pilav ve siyah renkli bir tür fasulye geliyor. Bunu bir diğer adı “Morros y cristianos”, adada yaşayan siyah ve beyaz ırkın birlikteliğini simgeliyor. En güzel meze ise Mariquitas, muzun cips kalınlığında dilimlenmesi ile yapılan bir cins cips. Domuz yada tavuk da mutfağın balık ile birlikte et çeşitliliğini oluşturuyor. Ülkede inek kesimi yasak (çocukların sütleri sağlandığı için), dana eti ise hemen hemen yok gibi. Tropik meyveler ise defult. Paladar’da yada kaldığınız pansiyonda salata ısmarladığınızda hayal kırıklığına uğrayacaksınız, gelen şey yeşil renkli dilimlenmiş domates ve salatalık oluyor.

Leziz bir yer bulmanın diğer formülü de, tıpkı bizde kamyoncu parkının yoğun olduğu otoparklar ya da benzinciler de yemek yeme örneği gibi, kübalıların kuyruk oluşturduğu yada Küba’lılar ile dolu olan yerleri tercih etmek. Hiç pişman kalmayacaksınız. Kuyrukta beklemeyi göze alıp önünüz ve arkanızdakiler ile yarı ispanyolca, yarı ingilizce, araya da türkçe katarak sohbet edeceğiniz için zaten zaman hemen geçiverecektir. Paladarların haricindeki istisnasız her restoran, her bar ve her cafe’de doğuştan müzisyenlerin emsalsiz konserlerini dinleyebilirsiniz.

(Resim açıklaması: Havana’da bir restorandaki müzisyenler)

(Resim açıklaması: Havana’da bir cafedeki müzisyenler)

Hemen hepsi yaklaşık yarım saat çalıp arkasından CD lerini satacak, satamadıklarından da bahşiş toplamaya başlayacaklardır. Sonra onlar gidecek yerine yeni bir gurup gelecektir. Eşsiz latin ezgileri, salsa melodileri içinde yemeğinizi yemek yada mojitonuzu yudumlamak... mmmmmmm !!!!!
(Resim açıklaması: Mojito bardakları müşterilerini bekliyor)

Eğer o eşsiz salsa ritimlerini, son’ları, latin müziğinin Küba’daki geniş yelpazesinden örnekleri dinlemek istiyorsanız, ve latin müziği takıntınız varsa, her şehirde bulunan “Casa de la Musica” lara gidin. Buralara giriş ücretli, çalanlar da çok daha profesyoneller. Her gece başka bir gurup sahne alıyor. Program gece 10 dan itibaren başlıyor, 1-2 gibi de bitiyor. Çok daha doyurucu ve iliklerinize kadar “müzik işte bu” diyeceğiniz yerler. Tahmin edebileceğiniz gibi latinler de gıcırdayan kapıya dans eden kişiler. Hele Afrika asıllı Kübalı kadınların yürüyüşleri bile dans eder gibi. Bu muzik evlerinde programın başlaması ile birlikte pist de doluyor.. artık hangi birini seyredeceğinizi bilemediğiniz sıradan insanların salsaları bu işin bizde ne kadar kenarında köşesinde dolaştığımızı göstermeye yetecektir.

Önümüzdeki sayı Küba’da dolaşmaya devam edeceğiz...
Sağlıcakla kalın, hayallerinizi ertelemeyin...
Ali Akyol